Prof.Muhammet Özekes


HEKİMLERİN KALİTESİ HUKUKÇULARDAN DAHA YÜKSEK

HEKİMLERİN KALİTESİ HUKUKÇULARDAN DAHA YÜKSEK


 

ÜLKEMİZDE SAĞLIKLA İLGİLİ KRİZLER HUKUKLA İLGİLİ KRİZLERDEN DAHA KOLAY AŞILIYOR: NEDEN?
HEKİMLERİN KALİTESİ HUKUKÇULARDAN DAHA YÜKSEK 

(Hukuk ve Hukukçular İçin Biraz Rahatsızlık Verici Bir Yazıdır!!)

A) Ateşle İmtihanı Başaran Hekimler, Ateşte Yanan Hukukçular: Sağlıktaki Salgınlarla Mücadele Eden Hekimler, Adaleti Yok Eden Salgını Durduramayıp Onu Yayan Hukukçular

Özellikle son dönemdeki salgında hekimlerimizin ve sağlık personelinin çok büyük bölümünün örnek fedakârlık ve başarısı, uzun yıllardan beri hekimlerimizin, hâkimlerimizden ve genel anlamda hukukçularımızdan daha iyi yetiştiği kanaatimi isbat bakımından yeniden değerlendirmemi ve üzerinde düşünmemi gerektirdi. Bu düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim. Bu yazı, hukuk ve sağlıkta mevcut sorunların farkında olunarak ve onların da mevcut olduğu bilinerek kaleme alınmıştır. Yine bu yazı, (uzmanlığım olmasa da) meraklı tarih ve siyaset bilgisi ve okumalarım, otuz yılı aşan meslekî bilgi ve deneyim ile gözlemlerim sonucudur. Şüphesiz daha akademik, vaka, istatistik, kaynak temelli değerlendirme yapılabilir. Ancak, amacımız bilimsel bir çalışmadan çok, bir tespit ve bakış açısı ortaya koymaktır. Şu bir gerçektir ki, çok hem de çok uzun yıllardır, hatta yüzyıllardır gerek Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra gerekse çok öncelere gidildiğinde, sağlıktaki krizleri daha iyi aşabilmekteyiz, bu konuda daha iyi performans gösterebilmekteyiz; ancak hukukla ilgili neredeyse tüm krizlerde hukukçuların başarılı olduğu söylenemez.

Bu söylediklerimizi basit birkaç örnek üzerinden temellendirebiliriz. Zor zamanlarda ve zor şartlar altında, yokluk, kıtlık ve savaş dönemlerindeki kazanımları bir yana, Ülkemiz yakın tarihte birçok salgın veya yaygın hastalığı farklı tarihlerde atlatmayı ve üstesinden gelmeyi hekimlerimiz başta olmak üzere sağlık çalışanlarının ortak emeği ile başarabilmiştir. Örneğin, çocuk ölümleri oranının düşürülmesi, verem ve benzeri hastalıklarda erken zamanlarda elde edilen başarılar yanında, ileri tıp uygulamalarında ve tekniklerinde öncü birçok çalışmanın ortaya çıkması ve hekimlerimizin bu konudaki başarısı ortada duran bir gerçektir. Bunlar farklı siyasî ortam ve iktidarlar döneminde ortaya çıkan başarı olduğu için, bunu geçmişte ve bugün belirli bir siyasî döneme bağlamak da mümkün değildir. Birçok eksiklerine ve eleştirilerimize rağmen, deyim yerindeyse hekimlerimiz farklı zamanlarda ateşle imtahanı verebilmiştir ve vermektedir. En kötü ihtimalle, hekimler salgına, hastalığa çanak tutmamış, onu kolaylaştırmamış, bir şey yapamazsa pasif kalmayı tercih etmiştir.

Hekimler için yaptığımız bu genellemeyi maalesef hukuk ve hukukçularımız için söylemek pek mümkün değil. Her Cuma hutbesinde “insanlar arasında adaletle hükmedin” ayeti sürekli tekrar edilse de, siyasî tercihine ve duruşuna göre, ya adalet üzerine Hz. Ömer ve Fatih menkıbeleri gibi birçok misal anlatarak ya da demokrasi, insan hakları, hak, hukuk üzerine büyük nutuklar atarak mazide veya ütopyada hukuku kutsayan, ancak kendi hayatında onu uygulamayan, uygulayamayan hukukçular adına durum hiç açıcı sayılmaz. Bu yeni de değil, dün vardı, bugün de maalesef devam ediyor. Zira, sahibine ve o anki menfaatlere göre fetva veren, çağından ve hukuktan kopmuş şeyhülislamlardan ve hukuk ulemasından başlayarak, askerî darbeleri meşrulaştıran, hatta kutsayan, darbecileri özgürlük savaşçısı seviyesine çıkartan, devletin bekası diyerek, aslında millet adına yargılama yapıldığını unutup insanın bekası, özgürlüğü, varlığı ve onurunu gözardı eden sağdan, soldan profesörlerimiz; zamana ve zemine göre görüş üretip yapılana meşruluk kazandıran hocalarımız; kriz zamanlarında verecekleri birkaç doğru, hukuka uygun ve özgürlükçü içtihatla her şeyi yoluna koyma şansı varken, hukukun evrensel ve genel ilkelerini gözardı ederek özgürlükler aleyhine, günlük, popülist, kendi mevkilerini koruyacak içtihatlar üreten, bunu da bir büyük iş yapıyormuş edasıyla ortaya koyarak kendilerini kahraman mertebesine çıkartan yüksek yargı mensuplarımız; siyasî görüşleri ve kendi sübjektif grup değerleri için verdikleri mücadelelerindeki cesareti, ısrarı ve duruşu, duruşma kapılarında saatlerce bekleyen, icra dairelerinde, infaz kurumlarında itilip kakılan hor görülen meslektaşlarının günlük, güncel, acil sorunları ve hukuk için vermeyen baro başkanlarımız, avukatlarımız eksik olmamıştır. Aksine olan örnekler var mıdır? Vardır. Mahkeme salonlarında devleşen avukatlarımız, her şeyini ortaya koyan baro başkanlarımız, evdeki evladü iyale rağmen gözünü kırpmadan mücadele eden hocalarımız, yargılamasına ve hükmüne haram, şaibe ve kötülük karıştırmayan hâkimlerimiz, yüksek yargı mensuplarımız olmuştur. Ama çok az. Onların sayısı ve gücü krizleri aşmaya, adalet yangınını söndürmeye ve hukukun salgınlarını aşmaya yetmemiştir. Bunlar o kadar az ki, bir yazarımız son kitabına bu örnekleri anlatabilmek için “Onlar da Kahramandı” diye başlık seçmek zorunda kalmıştır. Çünkü, böyle bir duruşla ancak kahramanlık sayılacak seviyede az karşılaşılmaktadır. Bunda hepimiz müşterek, müteselsil ve müterafik kusur içindeyiz. Hepimizin bilgisizlik, cesaretsizlik, duyarsızlık ve bir sürü şeyi katın, eksiğimizin sonucudur. Ben tamamen günahsızım diyen eline taşı alsın?!…

Hâkim ile hekimin aynı kökten (h-k-m) hikmet (erdem-biraz da filozof) kökünden geldiği söylenir. Hâkim de hekim de, köklerinden yani hikmetten kopup “hakîm” (erdemli filozof) olmadıkça aslında mesleklerini yapamazlar. Zira, erdemi kaybetmiş, işini salt iş ve para için yapan, ahlâk yoksunu bir hâkimin ve hekîmin vereceği zararı tahmin etmek zor değil; bunu aynı zamanda hepimiz hayatlarında bir şekilde tecrübe etmiş durumdayız. Hâkimler için Mecelle’de sayılan vasıflardan biri hâkimin, hakîm olmasıdır. Hâkim öznedir, hakîm ise onun vasfıdır, sıfatıdır. Hakîm kavramı, alim, bilgin, hikmetli, bilinmeyeni bilen, filozof, işi doğru ve yanlışsız olan, hatta adil ve akıllı gibi derinlikli anlamlarını içerir. Bırakın diğer vasıfları, sadece gerçek ve tam anlamıyla bu vasıfta hâkim ve hukukçu ararsak, (mumla aramak bir yana en güçlü projeksiyonu tutsak) bu topraklarda on tane bulursak kurtulmuşuz demektir. Çünkü, öyle hukukçumuz olsaydı onların karşı duruşu bir anlam ifade ederdi, uyarıları dikkate alınır ve çekinilirdi, onlar izlenmek zorunda kalınırdı. Ama yok.

Bunları yazarken hekimleri kutsamak, hukukçuları küçümsemek değil amacım. Bu yazı hekimleri kutsama, hukukçuları öteleme yazısı da değil. Kendimce, kendimin de içinde bulunduğu kitleye kısmen ayna tutma yazısıdır. Kendi adıma hukukçu olduğum için, tüm eksiklik ve yanlışlarıma ve herşeye rağmen, yine de önemli bir iş yaptığımızı ve yapabileceğimizi düşünüyorum. Aslında hukuk, herşeyin, bu çerçevede iyi bir sağlığın da temel zeminidir. Çünkü, düzen ve Dünya adaletle ayakta durur. Duruma ve imkânlarınıza göre gideceğiniz hekimi ve hastahaneyi seçebilirsiniz; ancak hangi imkâna sahip olursanız olun önüne çıkacağınız hâkimi ve mahkemeyi seçme şansınız pek yoktur. Her şeyin başı bireysel olarak sağlık olsa da, adalet mülkün temeli olduğu için, aslında toplumsal olarak ve insanın geleceğini sürdürmesi için her şeyin başı adalettir. Hekimleriniz kötü olursa hasta masada kalır; ancak hâkimleriniz kötü olursa toplum masada kalır.

Hekimlerin hukukçulardan iyi olduğunu söylerken, örneğin, kazanacağı üç kuruş için hastasının yüzüne bakmayan, hekimlik etiğini bir kenara bırakan hekimleri, üniversiteyi büyük bir hastahane gibi yönetmeye çalışan, üniversite içindeki farklılığı, çeşitliliği görmeyen ve üniversite anlayışımızın bu hale gelmesine sebep olan çoğunluğu tıpçı rektörleri, memleketin ücra köşelerinde bir türlü tamamlanamayan ancak “zorunlu” hizmetle giderilebilen hekim eksiğini bilmiyor ve gözardı ediyor değilim. Ancak bu sorunlarda dahil olmak üzere, ortalama bir hekim ve hukukçu karşılaştırması yapıyorum. Zaten gerçek ortadadır: Hekimler salgınlarda, hastalıklarla mücadelede, tüm iş yüklerine, imkânsızlıklar ve zorluklara rağmen; hukukçuların hukuk salgınlarındaki mücadelelerinden daha başarılıdır. Hekim, hatta sağlık çalışanı kalitemiz Dünya ortalamasının altında olmamış, hatta çoğu kez üstünde olmuş; Dünyaca ünlü, çığır açmış, ekol olmuş, gözünün içine bakılmış hekimlerimiz olmasına rağmen, aynı şekilde Dünya ortalamasının üstünde bir hukukçu kitlesinin varlığından söz edemiyoruz. Hekimlerle mukayese edilince aynı nitelikte hukukçularımız bir elin parmaklarını geçmez. Neden?

B) Hekimler Neden Hukukçulardan Daha İyi?
1. Bu soruya önce en görünür durumdan başlayarak cevap vermek gerekir. Öncelikle çalışılan alan ve işin niteliği bunu mümkün kılmaktadır. Çünkü, her iki alan da takdire açık ve yetenek gerektiren alanlar olsa da, tıpta elde edilen sonuç daha görünür bir sonuçtur. Hasta iyileşir, tedavi edilir, hekim hastaya dokunur, deyim yerindeyse hasta canında teninde hekimi hisseder. Oysa hukuk daha soyut ve sübjektif bir nitelik taşır, verilen emek, yapılan iş bir hekiminki kadar görünmez. Bu sebeple, hastalar muayenehaneden çıkarken sadece minnetlerinden değil, bu somut işin karşılığı ücret öderken pek itiraz etmezler; ancak bir avukat bürosundan ücret öderken pazarlık etmeden çıkan ve memnun olan pek görülmemiştir. En karmaşık ve zor dava kazanılsa dahi, müvekkilin kafasında, ne yaptı ki birkaç dilekçe yazıp birkaç kelam etti düşüncesi kalır ya da hâkimin tüm çaba ve vicdanî yüküne rağmen, zaten benim hakkımdı canım basitliğine indirgenir. Oysa her iki meslek grubunda da aslında ücret işin gerçek karşılığı değil, bir honorar kabul edilir.

Ayrıca hukuk işi kolektiftir. Sonucu tek başına bir avukatın ne kadar iyi olduğu belirleyemez, karşı taraf avukatı ve hâkimin kalitesi her şeyi değiştirebilir; hâkim avukatın, avukat hâkimin kalitesinin üstüne çıkamaz maalesef. Şüphesiz hekimlikte de bir ekip çalışması söz konusudur; ancak hekimin bireysel yetenek ve bilgisi ön plandadır, sonucu daha belirleyicidir. Kaldı ki, hukukta iddia, savunma ve hüküm üçlüsü birbiriyle işbirliği içinde, ancak karşı döngü şeklinde çalışır; oysa hekimlikte ekip hastaya odaklı aynı yönde çalışır.

Bu çerçeve ve bakış açısı gözardı edilmemekle birlikte, daha özel ve somut sebepler üzerinde durmak gerekir.

2. Hekimler çok uzun zamanlardır, hukukçulardan daha iyi, yorucu ve başaramayacak olanı eleyen bir eğitimden geçmektedirler. Ülkemizde tıp eğitimi, hukuk eğitiminden her yönüyle daha iyidir. Bundan kasdım eğitim süresinin daha uzun olması değil. Süre uzatmak daha iyi eğitim vermek anlamına gelmez; daha kısa sürede de daha iyi bir hukuk eğitimi de mümkündür. Öncelikle kendi alanlarıyla karşılaştırıldığında, fakülteye giren öğrenci seviyesi ve kalitesi her hâlükârda tıpta hukuktan daha yüksektir. Bu da ister istemez eğitimi daha başarılı kılmaktadır. Oysa hukukta her geçen gün bu seviye biraz daha geriye gitmektedir. Hekimler bu zorlu eğitimden her şeye rağmen hukukçulara göre daha az taviz vermektedirler. Oysa hukuk fakültesi hoca görmeden de okunabilen, hocanın zorlamasının zaten haksızlık olduğu düşünülen bir yerdir. Süreç içinde tıp eğitimi o zorluğu kaldıramayanın bir şekilde elendiği bir aşamaya dönüşür; ancak hukukta bu oran çok düşüktür, özellikle de son yıllarda fakültenin kapısından girenin neredeyse çıkma mecburiyetine dönüştüğü bir yer haline gelmiştir.
Tıp eğitiminde kitlesel eğitim yanında bireysel ve grup eğitimleri ile hasta odaklı uygulamaya dönük eğitimde, hoca ve öğrencinin yakın teması, öğrencinin hocadan kaçamaması, gizlenememesi, bilgisizliğini örtememesi sonucunu doğurmaktadır. Oysa hukukta kalabalıklar arasında kaybolarak eğitimi tamamlamak mümkünüdür. Ben dört yıl boyunca hiç kitap almayan, hocaların birçoğunun ismini dahi bilmeden fakülteden mezun olan; hatta fakülteye düzenli gelip ancak derse girmeyip fakültenin kafesinde veya yakındaki kahvehanede vakit geçiren birçok öğrenci tanıdım.

Ancak bu noktada bir gözlemime, bilgime ve tehlikeye de dikkat çekmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda tıpta da fakülteye giren öğrenci kitlesinin eski kalitede olduğunu söylemek pek mümkün değil; kaldı ki dar gruplarda iki-üç öğrenci ile hasta başında yürütülmesi gereken eğitimler, on-onbeş kişilik, tıp eğitimine uygun olmayan yöne doğru gitmektedir; bunun da ötesinde uzmanı olmayan hocaların bazı dersleri verdiği yönünde de şikâyetler artmıştır; tıp fakültelerine hukuk fakültesinde olduğu gibi, henüz ilahiyatçı, ziraatçı gibi başka alanlardan dekan vs. atanmamıştır, ancak oralarda da başka şekillerde kurumsal yapıları bozan atamalar yapıldığı yaygın şikâyet konusudur. Bunun anlamı şudur: Böyle devam ederse, şu ana kadar benim de övdüğüm hekim kalitesi hızla düşecek, beş-on yıl sonra, daha cahil ve kalitesiz, değerleri yıpranmış hekimlere kendimizi teslim etmek zorunda kalacağız. Ve o zaman bugünkü gibi bir salgından nasıl çıkarız Allah bilir…

3. Tıpta çok zorlu bir meslekî eğitim yanında, mesleğe başlamak ve özellikle uzmanlık da zordur. Tıpta gerçek bir uzmanlık söz konusudur ve o uzmanlığı elde etmek de kolay değildir. Oysa hukukta gerçek anlamda uzmanlık yoktur, uzman olanlar da kestirmeden uzman olabilmektedir. Öncelikle ortalama bir hekim göreve başlarken en azından belirli bir birikime sahip olabilmektedir. Bunun yanında yorucu ve sabrı sınayıcı bir uygulama eğitimi söz konusudur. Hukukta ise bugün 23-24 yaşında bir hâkim, bugün büyük bir ilde görev yapabilmekte, çok zorlu davalara bakabilmektedir. Kaldı ki bugün ceza hâkimi olarak tayin edilen hâkim, bir süre sonra iş mahkemesine atanabilmektedir. Avukatlar ise zaten her işte başarılı olan avukatlar olarak donanımlı kabul edilmektedir! Hukukta avukat veya hâkim, hem kulak-burun boğazdan hem gözden hem kadın doğumdan hem kalpten vs. vs. ne varsa anlamaktadır. O kadar kabiliyetli insanlarız yani!!.. Daha yirmili yaşların başında avukat olan biri Ağır Ceza Mahkemesinde de, Yargıtay’da da, Anayasa Mahkemesi’nde de dava yürütebilecek donanıma sahip kabul edilmektedir. Meselâ siz yeni mezun olmuş hiç tecrübesi olmayan hekime en komplike ameliyatı yaptırır mısınız, canınızı emanet eder misiniz veya yaptırılıyor mu? Ancak biz hukukta yaptırıyoruz, toplumun canını ve geleceğini teslim ediyoruz.

Hukukta uzmanlık o kadar aşağıya çekilmiştir ki, televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında “hukukçu” diye bir ifade ile her konuda görüş açıklanabilmekte; bir konuda uzmanlığı olan hukuk öğretim üyesi her konuda, hatta siyaset, ticaret, ziraat, deprem konusunda görüş açıklayabilmektedir. Şüphesiz entelektüel tartışma ve onun yansıması birikim ayrıdır. Ancak kendi alanındaki sorunları çözemeyenlerin, sağa sola akıl vermesi de pek akıl alır bir şey değildir.

Hukukta mesleğe girişte hiçbir eleme ve kalifikasyon yokken, olanlar da (hâkimlik-savcılık gibi) öteden beri eleştirilen sübjektif değerlendirmeye açıkken; tıpta mesleğe geçiş süreçleri uygulamayı da içine alacak şekilde, uykusuz geceleri, zorlu süreçleri, nöbetleri vs. içermektedir. Yani, sade beyaz önlük giymek, gösterişli, yakalarının içinde kaybolunan siyah cüppe giymekten çok daha zordur. Hekimlikte bu zorlu eğitim, tekrar ede ede, ter akıta akıta elde edilen sonuç, işi de daha değerli kılmakta, ayrıca bilgi ve tecrübeyi de artırmakta, hatayı azaltmaktadır.

Özellikle ülkemizde hekimlerin (ve diğer sağlık personelinin) uzun mesailerle çalışabilme yeteneği, yoğun hasta bakabilme kapasitesi başka ülkelere göre çok yüksektir. Ağır iş yükü altında ezildiğini söyleyen yargı mensuplarıyla belki de mukayese edilemeyecek bir yük söz konusudur. 24 saati aşan kesintisiz nöbet ve çalışmalar, aynı anda (deyim yerindeyse bazen sekretarya işi de dahil) yan bazı uğraşlara rağmen, hekimler yoğun çalışma temposu içinde gerekli sonucu alabilmektedirler. Zaten bu salgın döneminde bu yaklaşım başarının önemli etkenlerinden biridir. Hekimlerde iş yoğunluğu ve büyük hasta sayısı karşısında, hata yapıldığında sorumluluk oranı da hukuktan çok daha yüksektir. Oysa avukat hatalarında belirli ölçüde olsa da, özellikle hâkim hatalarından sorumluluk çıkarmak neredeyse imkânsızdır.

4. Hekimler okumadan, günceli takip etmeden ve kendini geliştirmeden, belirli ölçüde akademik yaklaşım sergilemeden mesleğini icra edemez. Oysa kitap okumadan, fotokopiden not edinerek mezun olabilme başarısını gösteren hukukçu kitlesi, zaman içinde mevzuatı bile takip etmeden, kitap almadan, her derde deva doğruluğunu bile sorgulamadan üç-beş içtihatla dilekçe ve karar oluşturma alışkanlığı kazanmıştır. Zaten hukukçular arasında, davalara ve hukukî sorunlara bilgiye, araştırmaya dayanan yaklaşım “uygulama başka teori başka” safsatası ile ayıplanıp kınanan bir iştir. Bir hekimin hayatı boyunca katıldığı kongre, konferans ve eğitimlerle, hukukçununki mukayese dahi kabul etmez. Bunu hekimlerin odalarına ve muayenehanelerine girdiğinizde gördüğünüz sertifika vb. belgelerden de anlayabilirsiniz. Aynı farkı hukukçu akademisyenlerle tıpçı akademisyenlerde de görebilirsiniz. En kötü akademisyen hekim dahi anabilim/bilim dalı toplantılardaki zorunlu aktivitelerden bir şeyler öğrenir, yazar, çizer vs. Oysa özellikle belirli unvanlar alındıktan sonra hayatının geri kalanında tek kelam kalem oynatmadan bir hukuk öğretim üyesi emekli olabilir. Bu sebepledir ki, bir hekimin uzmanlık bilgisi çoğunlukla hukukçunun uzmanlık bilgisinden daha ufuk açıcı olabilir. Keza gayrı ciddî ve kurgulanmış olanları bir kenara bırakırsak ciddî tıp dergilerinde yazı yayınlamak her zaman hukuktan daha zor ve ciddî bir iştir.

5. Hekimler kendi alanlarında hem birbirleriyle ilişkilerinde hem de astları ve üstleriyle ilişkilerinde daha tavizsiz ve mesleğin gereklerine daha bağlıdırlar. Bu konuda gelenek ve gelecek vizyonunun tıpta hukuktan daha ileri olduğu söylenebilir. Bugün stajyer avukat ve hâkim adayı, hatta hukuk öğrencilerinin bir kısmında dahi, kendi bilgilerini ve iş yapabilme kapasitelerini hocasından veya üstadı avukat ya da hâkimden daha iyi gören vardır. Ancak hekim veya hekim adayı belki bunu düşünse de, onu seslendirecek ve hayata geçirecek kanallar neredeyse kapalıdır; hatta tersine işler. Çünkü, hekimlik daha bilimsel, daha akılcı, daha yeteneğe dayanan, tecrübenin büyük önem taşıdığı, çalışmanın daha görünür olduğu bir alandır. Hukuk ise, bu objektif yaklaşımlardan uzaklaşalı çok olmuştur. Örneğin bu salgın döneminde “bilim kurulu” adı altında gerçekleşen bir yapının söylediklerine halk bir yana, siyaset ve yönetim de kulak vermekte, tümünü uygulamasa dahi tavsiyeler önemsenmekte, bilimsel yaklaşımın aksine tavir şüpheyle kanıksanmaktadır. Ancak Ülkemizde zaman ve zaman ve hele de son yıllarda artık ulusal ve uluslararası istatistiklere de yansımış, onun ötesinde artık iliklerimize kadar işlemiş hukuk ve hukuka güven sorunu, krizi varken, bu krizleri ve sorunları aşmak için kimsenin aklına bir bilim veya uzmanlar kurulu oluşturmak gelmemiştir. Hukukta bilgisi, uzmanlığı ve tecrübesi olanların söyledikleri ise zaten dinlenmemekte, hatta sorun çıkardıkları için kınanmaktadırlar. Bu konuda en somut örnek olarak son dönemde aynı zaman diliminde korona salgını ile infaz düzenlemelerinde her iki alanın uzmanlarına gösterilen itibara bakmak yeterlidir. Çünkü, siyasetçisinden, bakkalına kadar herkes hukukçudur, herkes hukuk konusunda ahkam kesecek uzmanlığa sahiptir. Futbol maçında uzman olanların hepsi, hatta daha çoğu hukuk konusunda da bir uzman kadar konuşmaktadır.

6. Hekimler arasında mesleki dayanışma ve meslektaşlar arasında etik yaklaşım daha yüksektir. Bunun basit örneği, bir hekimin bir başka hekim meslektaşının ya da yakının tedavisini üstlendiğinde kendini gösterir. Keza hekimler ortak sorunları karşısında daha duyarlı, meslek örgütleri bu konuda daha cevvaldir. Hekimlerin kendi uzmanlıkları konusunda kurdukları ulusal ve uluslararası derneklerle, meslekî birlikteliklerine ve ortak çalışmalarına bakmak bu konuda yeterli fikir verecektir. Keza kendi sorunlarına sahip çıkma, fikrî takip, gündeme getirme her zaman hukukçulardan daha iyi olmuştur. Sayısal olarak yasama organında daha fazla hukukçu olmasına rağmen, tıpçılar kendi sorunlarında sonuç almakta daha başarılıdırlar. Hatta sadece tıpçılar değil, birçok meslek mensubu için aynı şey söylenebilir.

SONUÇ OLARAK, aslında söylenecek çok şey var ve bu söylenecekler şeyleri de çoğumuz biliyoruz. Ancak şu bir gerçek ki, hekimler, daha iyi yetişmekte, daha iyi eğitilmekte, bilgiye, uzmanlığa, tecrübeye daha önem vermekte, daha fazla dayanışmakta, mesleklerinin gereklerini daha iyi yerine getirmekte, mesleklerine daha iyi sahip çıkmakta, onun için fedakârlığı hukukçulardan daha iyi yapmaktadırlar. Bu ise sağlıktaki krizlerin daha kolay aşılmasını sağlamakta, toplumsal kazanım daha yüksek olmaktadır. Hukukta ise gerçek bir krizi hukukçuların bu anlamda çözebildiğini söylemek pek mümkün değildir.

Bu noktada bir uyarıya yer vermekte yarar görüyoruz: Hekimlikteki bu başarıyı sağlayan unsurlardan bazılarında (örneğin tıp eğitiminde, uzmanlıkta, mesleğin yerine getirilmesinde) geriye gidiş gözlemlenmektedir. Yine ulusal ve uluslararası başarı ölçülerine göre kendilerini ispatlamış hekimlerin bu konudaki uyarı, eleştiri ve değerlendirmeleri gözardı edilmemelidir. Aksi halde on yıl sonra bu salgındaki kadar şanslı ve başarılı olamayabiliriz. Hukuk krizlerini aşamıyoruz, bari başarılı olduğumuz bir alanı da terketmeyelim.