Tarih: 22.11.2009 07:07
Açılım, Sorunu Çözemedi
Türk Ocakları Derneği Kırıkkale Şubesi adına bir açıklama yapan Dr.Hasan Yaylı, hükümetin Kürt açılımı projesinin problemi çözmek yerine sorunu iyice ağırlaştırdığını ifade etti.
Yaylı açıklamasında şunları kaydetti:
Önce “Kürt açılımı”, sonra“demokrasi açılımı”diye adlandırılan son olarak “milli birlik ve kardeşlik projesi”diye tarif edilen girişim, problemi çözmek bir yana, daha da ağırlaştırdı. Terör örgütünün yıllardır sürdürdüğü yoğun çabalarına rağmen toplumu ayrışma noktasına taşıyamadığı konuların kapağı kaldırıldı; ortalığa saçıldı. Doğal olarak insanımızın kafası karıştı. Yediden yetmişe hemen herkes etnik kökenini, kimliğini sormak, araştırmak gereğini duymaya başladı. Bunlara ilişkin olarak okullarda, evlerde, işyerlerinde, kahvelerde tartışmalar yapılıyor. Yüzyıllardır bir arada yaşamış, sosyal ve ekonomik ilişkiler kurmuş, iç içe geçmiş olan insanların arasına etnik fitnenin zehiri salgılanıyor. Tarihimizde, kültürümüzde yeri olmayan, toplumsal dokumuzla, insanî yapımızla bağdaşmayan yeni bir durumla karşı karşıyayız.
Bölücü terör olayların ilk olarak ortaya çıktığı 1984 yılından bu yana meselenin mahiyetini bütün boyutlarıyla bir türlü kavrayamayan, gereken ciddiyetle üzerine eğilemeyen, konuyu güvenlik güçlerine havale etmekle çözdüğünü zanneden yönetim anlayışıyla çok değerli zamanlar kaybedildi. İyi hazırlanan kapsamlı, çok yönlü, etkili bir devlet politikası inşa edilemedi. Yedi yıllık AKP iktidarı devraldığı bu geleneği ana hatlarıyla sürdürürken pek değer verdiği liberal ve ikinci cumhuriyetçi çevrelerin, siyasî İslamcıların telkinleriyle iddialı bir atak başlattı. Demokratikleşme ve kültürel çoğulculuk adına yasal ve kurumsal reformlar yapacak, hak ve özgürlüklerin alanını genişletecek, farklı kesimlerin kendilerini ifade etmelerinin, toplumsal konumlarını pekiştirmelerine zemin hazırlayacak, böylelikle terör örgütünün varlığını, gerekçelerini ortadan kaldıracaktı. Sonuçta örgüt çözülecek, terör bitecek, son zamanların sık kullanılan sloganıyla anaların gözyaşları dinmiş olacaktı.
Aradan geçen birkaç ay içerisinde bu hesapların tutmadığı açıkça görüldü. Her şeyden önce örgütün belirlediği amaçlardan geri adım atma niyetinde olmadığı bir kere daha ortaya çıktı. PKK demokratikleşme adına atılan her adımı, yasal düzenlemeleri bir yandan yetersiz bulurken, diğer yandan bunların kendisinin yürüttüğü siyasî mücadelenin sonucu elde ettikleri kazanımlar olarak tanımlayıp propaganda malzemesi şeklinde kullanıyor. Manzara son derece nettir:
PKK kesinlikle varlığına son vermek niyetinde değil. Açılım adına atılan adımları ciddiye almıyorlar; bunları örgütü silahsızlandırmaya yönelik oyun olarak görüyorlar.
PKK ve DTP doğrudan İmralı’dan Abdullah Öcalan tarafından yönetiliyor. Örgüt tümüyle Öcalan’ın talimatı doğrultusunda hareket ediyor. Son derece katı, otoriter bir yapıda kurulmuş olan örgüt, bu Stalinist yapısını özenle sürdürüyor. Öcalan her konuda kendisini esas mihver olarak algılayan, megaloman, psikopat bir tiptir. Kafasında şahsi geleceğinden ve durumundan daha öncelikli bir konusu olmadığından, dökülen kanlar, çekilen acılar, bölge insanının sıkıntıları onun nazarında birer ayrıntıdır. Serbest kalıp yeniden hükümdarlığına kavuşuncaya kadar terörü bitirmeyi düşünmemektedir. Öcalan’dan başka bir talimat gelmedikçe teröristlerin elleri tetikte olacak, her fırsat bulduklarında saldırılarını sürdüreceklerdir.
Her kış döneminde olduğu gibi, şu sıralarda ortalıkta görünmemeleri kimseyi yanıltmamalıdır. Zaten yayın organlarında bunu teyit ediyorlar, istediklerini alamamaları durumunda ilkbahar aylarından itibaren eylemlerine daha da yoğun şekilde başlayacaklarını açıklıyorlar.
Açılım konusunun tartışıldığı 10 Kasım’daki TBMM toplantısında DTP sözcüsü çok açık şekilde “olmazsa olmazlarını”ilan etti. Daha önce her fırsatta tekrarladıkları gibi :
Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçe’yle birlikte anayasal güvence altına alınması.
Kürtçe’nin okullarda ders olarak okutulması.
Yerel yönetimlere “demokratik özerklik”taleplerini karşılayacak ölçüde geniş yetkiler verilmesi.
Bu üç ana başlıktaki isteklerin Türkiye’de iki milletli bir yönetim kurulması anlamına geldiği ortada iken, liberal, ikinci cumhuriyetçi ve siyasal İslamcı çevrelerin tabloyu görmezlikten gelmeleri, bu konuşmayı övmeleri milletimizin zekasıyla alay etmektir. Bunlar sorunu demokratik, kültürel hakların verilmesi ve etnik kimliğin tanınması şeklinde algılamakta ısrar ettikçe problem derinleşiyor, verdikleri zararın çapı büyüyor
İktidar olaylara bu pencereden bakmak yerine, gerçekleri olduğu gibi görebilseydi esas problemin etno-milliyetçi Kürt hareketinden, PKK-DTP’nin kimlik ve kültürel taleplerin çok ötesinde “ayrı bir millet”iddiasından kaynaklandığının fark edebilir; ne verilirse verilsin üniter devlet yapısı içerisinde kültürel kimlikleriyle yaşama gibi bir niyetlerinin bulunmadığını anlardı.
Hükümet 34 PKK’lının Türkiye’ye girişleri sırasında yaşanan tablonun sağlıklı bir tahlilini acaba yaptı mı? Sıradan bir bürokratik hata olmanın çok ötesine taşan manzaranın anlamını düşünebildi mi? Gelişleri ertelemek sorunu çözmek anlamına gelir mi?
Bölgede uçan kuştan haberdar olacak kadar geniş bir istihbarat ağına sahip olan devlet, militanların gelişlerinin örgütsel bir gösteriye, zafer alayına dönüştürme amacıyla günlerce önceden yapılan hazırlıklardan nasıl haberdar olmaz; oldu ise neden gerekli tedbirleri almaz?
PKK düzenlenen bu gösteri sonucu yıllar boyunca elde edemeyeceği bir propaganda ve telkin imkânını bir çırpıda buldu. Özellikle taşınıp getirilen ve topluluğun önlerine yerleştirilen 6 ila 15 yaşlarındaki çocuklar karşılarında örnek ve kahraman olarak tek tip elbise giymiş militanları gördüler. Doğal olarak model insan imajı olarak zihinlerine yerleşen bu terörist tipleri örnek alacaklar; onlara benzeyerek silahlı militan olmak suretiyle saygınlık kazanacaklarını, taktir edileceklerini düşünüp hayaller kuracaklar.
Sadece bu çocukların psikolojilerinde yaşanan olumsuz etkiler bile ülkemiz ve milletimiz adına telafi edilemeyecek bir kayıptır.
Süreç ciddi bir hazırlık yapılmadan, alt yapısı ve ana hatları belirlenmeden, siyasi merkezler arasında asgari seviyede bile iletişim ve diyalog kurulmadan başlatıldı. Üslup ve yöntem olarak yanlış yürütüldü. Polemiklerin şiddetlenmesine, tansiyonun yükselmesine seyirci kalındı. Merakla beklenen Meclis görüşmelerinde de dilek ve temenni olmanın ötesinde bir anlam taşımayan sözlerin dışında esasa ilişkin bir şeyler ortaya konulmadı. Dolayısıyla aylardır devam eden belirsizliğin önümüzdeki günlerde de aynı çizgide sürüp gitmesi muhtemeldir.
“Günümüzde bazı kavramları yanlış kullanarak Kürtçülere yardaklık edenlerden, bilmediği konularda kendilerini yetkin zannedenlere ve konuşmaya mecbur hissedenlere kadar bir çok insan çokca konuşmaktadır. Bunlar kamuoyunu etkilese, zihinleri bulandırsa da önemsemeyebilirsiniz ama Cumhuriyetin Başbakanı da ısrarla aynı yanlışı vurgulayıp duruyorsa, külahı önümüze koymak zamanındayız demektir...... Başbakanımızın danışmanlarının ısrarla harekete geçmelerinin ve ona şu gerçekleri bir kere daha açıklamalarını isteriz. Konuşmalarındaki ifade tarzı Türk’ü de diğerleri gibi bir etnisite adı olarak anladığı izlenimini veriyor; kesinlikle yanlıştır. Türk tarihin hiçbir döneminde bir etnisite adı olmamıştır. Türk Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu unsuru ve ana gövdesidir.”
Haberkale
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —