Tarih: 17.12.2008 02:25

Kimden Özür Dilenmiş Oluyor

Facebook Twitter Linked-in

Son günlerde Ermenilerden özür dilenmesine ilişkin yürütülen kampanya hakkında yazılı açıklama yapan Türk Ocakları Derneği Kırıkkale Şube Başkanı Dr. Hasan Yaylı “Özür sahipleri kimin adına, ne için ve kimden özür dilemiş oluyorlar?” dedi.

Türk Ocakları Derneği Kırıkkale Şube Başkanı Dr. Hasan Yaylı yaptığı yazılı açıklamada “Hepimiz, birtakım “sözde aydınların”, sözde “Ermeni soykırım iftirası” için başlattığı “özür dileme” kampanyası ile meşgulüz. Özür sahipleri kimin adına, ne için ve kimden özür dilemiş oluyorlar? Özür sahiplerinin kendilerini 1915’te Ermenilerin başına gelen felaketten sorumlu hissettikleri açıktır. O halde özür sahipleri ile 1915 yılında Ermenilerin başına gelen olumsuz hadiselerin failleri arasında bir bağ olmalıdır. Bu bağ nedir? Bu soru bazılarına saçma gelebilir ve şöyle diyebilirler, “Özür sahipleri Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdır ve Türk’tür. 1915 “Sözde Ermeni soykırımı” da Türkler tarafından işlenmiştir; o halde böyle bir özür doğaldır.” Peki gerçekten de bu kişiler adına özür diledikleri Türk milletinin kültürü, kimliği, tarihi ile ne derecede barışıktır? Bu zevat uzak ve yakın tarihte ve hatta halihazırda dünyanın çeşitli coğrafyalarında kendilerine Türk veya Türkî denilen topluluklardan hangilerinin uğradığı/uğramakta olduğu baskı, zulüm ve katliamlarla ilgili olarak kampanyalar başlatmış, Türklerin ve Müslümanların hukukunu savunmak için neler yapmışlardır?” şeklinde konuştu.

 

 

“Türk milleti adına özür dilemek hakkını kendilerinde bulan bu aydınların Türk kimliğini benimseme dereceleri nedir?” diyen Başkan Yaylı “Çoğunlukla ülkemizde etnik ırkçılık yapanlara dahi sempati duyan bu aydınların ırk ayırımını reddeden kapsayıcı  Türk milliyetçiliği fikrinden hiç hazzetmemeleri ne ile açıklanabilir? Bu soruları uzatabiliriz. Demek ki bu aydınlarımızın-istisnalar olabilir. Türk milletine duydukları derin mensubiyet duygusu, sevgi veya bağlılıktan dolayı, onun bazı mensuplarının geçmişte Türklüğe leke getiren bir eyleminden duydukları utanç sebebiyle özür dilediklerini düşünmemiz pek mümkün görünmüyor. Evet bu, “tarihi ihanet” önemli, ama Türkiye, daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya ve sanki bu kampanya da, asıl tehlikeyi perdelemek için başlatılmış gibi.  Asıl tehlike ne mi? AB Adalet Bakanları, geçtiğimiz 29 Kasım’da “Birlik çapında, ırkçı ve yabancı düşmanı suçların” 1 ila 3 yıl arasında hapisle cezalandırılmasını kararlaştırdı. Bu kararda, “Soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarının kamuoyu önünde inkar edilmesi ya da zararsız gösterilmeye çalışılmasına” karşı da aynı ceza öngörüldü.

 

 “Alınan kararın 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yer alan hükümlerin aksine, soykırım suçunun saptanması ve cezalandırılmasını üye ülkelerin takdirine bıraktığını ifade eden Başkan Yaylı “ Üye ülkelerin “takdiri” belli!.. Çoğunun parlamentosu, “soykırım iftirasını” kabul etmiş durumda. İşte AB Adalet Bakanları’nın son kararı ile bu kurumsal niteliğe kavuşturulmakta, bu kararlara “meşruiyet” sağlanmaktadır. Daha vahimi ise bu kararın Türkiye tarafından da kabul edilmek zorunda olmasıdır. Çünkü, AB ile imzalanan Müzakere Çerçeve Belgesinin 10. maddesine göre, “AB veya AB organlarının aldığı veya alacağı tüm kararlara uyma” mecburiyetimiz vardır. AB’nin bu kararından birkaç gün önce Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan’ın, hem de İstanbul’da, “Ermenistan yetkilileri asla diaspora ya da başka kuruluşlara ya da herhangi bir ülkeye, Ermeni katliamının uluslararası alanda tanınması çabalarından vazgeçmelerini söylemezler, söylememişlerdir, söyleyemezler”, Vatikan Hıristiyanlararası Birlik Kurulu Başkanı Kardinal Walter Kasper’in, “Ermeni soykırımı bir vakıadır” şeklinde konuştu.

 

Başkan Yaylı açıklamasının devamında “Vatikan’ın bu konudaki tavrı, Papa 2. Jean Paul’ün Ermenistan ziyareti sırasında açıklanmıştır. Papa, oradaki soykırım anıtını ziyaret etmiş, Türklerin hoşuna gitmese de soykırım kelimesini kullanmıştır” demeleri herhalde tesadüf değildi. Gel de, bizatihi Ermenilerin “Kızıl Sultan” adını taktıkları Sultan Abdülhamid’i hatırlama! Şu tespitleri, bugünlerde yaşadıklarımıza ne kadar de benziyor.  “Ben Ermenilerin bağımsızlık sevdasına kapılmalarına şaşmıyorum, hele büyük devletler tarafından tahrik edildiklerini bildikten sonra. Fakat Avrupa’ya kaçıp orada benim aleyhime gazete çıkaran bazı Jön Türklerin Ermeni komitecilerle işbirliği yapmalarına, hatta onlardan para almalarına hala şaşıyorum. Anadolu’nun göbeğinde bir Ermeni devleti kurmak, vatanperverliklerinin bir ispatı mı olacaktı? Hem Osmanlı ülkesini parçalanmaktan kurtarmak istediklerini söylüyorlar, hem de parçalayanlarla iş birliği, ahit birliği yapıyorlar.” (Abdülhamid’in Hatıra Defteri-İsmet Bozdağ) Bu aydınlarımızın anlamadığı, anlamak istemediği ve kolayca da anlayamayacağı bazı gerçekler var”

 

 

“Birincisi şudur, Batılıların çoğunun bilinçaltında Doğu Roma’yı yıkıp İstanbul’a alan, Viyana kapılarını zorlayan Türklere karşı bir nefret vardır, entelektüellerinin önemli bir kısmı da Türkleri hâlâ medenîleşme süreci tamamlanmamış bir millet olarak görmektedir. Bunlara kendimizi beğendirmek için ne yaparsak yapalım Müslüman Türk kimliğimizi sözde dahi olsa taşıdığımız sürece bizlere bakışları kolayca değişmeyecektir. İkinci olarak, Osmanlıların Kırım’ın kaybedilişiyle başlayan, Sırp ve Yunan isyanları ve bağımsızlıkları ile devam eden ricatları sırasında Balkanlardan, Adalardan ve Kafkaslardan elde kalan topraklara yapılan göçlerin yol açtığı travma, katliam ve sefalet nedense hep göz ardı edilmektedir. Ve nihayet 1915 tehcirinin uygulandığı şartlarda Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu zor durum. Osmanlı Devletine karşı isyan hazırlıklarını tamamlamış ve başlatmış Ermeni unsurları, onları destekleyen ve ordularına alan düşman devletler, Çanakkale’de ölüm-kalım savaşı veren, Sarıkamış’ta felakete uğrayan, Arap topraklarını savunmak için bütün gücünü seferber eden, Galiçya’da savaşan Osmanlılar” ifadelerine yer verdi.

 

 “Tarihî arka planına bakmadan bizatihi tehciri soykırım olarak adlandırmada sakınca görmeyen aydınlarımız, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Orta Anadolu’ya sıkıştırılmış bir Türk/Türkmen Devletinin yurttaşları olmaktan pek de hoşlanmazlardı herhalde” diyen Başkan Yaylı “ Kaybedilmiş ve uluslar arası bir yönetime terk edilmiş İstanbul, Batı Anadolu ve Doğu Karadeniz’de Yunan-Rum devletçikleri, doğuda asıl olarak bir Ermenistan ve onda arta kalan kırıntılarla yetinmesi istenen bir “Kürdistan” arasında aslında bu aydınların bugün eleştirdiklerinden çok çok daha homojen bir Orta Anadolu Türkmen Devleti. Ama bu durumda söz konusu aydınlar herhalde bu sıkıcı ve türdeş Türk Devletini değil İstanbul’daki medenî, kozmopolit ve çok-kültürlü siyasî oluşumun çatısını tercih ederdi”

 

“Esasen bu defter Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele sonrasında kapatılmıştı. Mamafih, şayet bir özür dilenecek, bir pişmanlık ifade edilecekse işe öncelikle İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere Osmanlı Devletinin Ermeni tebaasını kışkırtanlar, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyıl başlarında eski Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman unsurları etnik temizliğe uğratanlardan başlamak gerekir. Kendisini insan olarak gören hiçbir kimsenin, Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaşçı unsurları dışındaki Ermeni yurttaşlarımız da dahil masum insanların başına gelen felaket, kıyım ve zulümlerden acı ve üzüntü duymaması mümkün değildir. Ancak bu üzüntüyü ifade etmenin yolu, milyonlarca Müslüman Türk’ün yerinden yurdundan olduğunu, katliam ve zulümlere maruz kaldığını unutarak veya unutturarak ve aslında Türk milletini bir suçluluk psikolojisine sokmayı hedefleyenlerin propagandalarına kapılarak tarihe tek gözle bakmak olmamalıdır” ifadelerine yer verdi.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —