Tarih: 01.02.2010 05:49

Cinayet, Roman Konusu Oldu

Facebook Twitter Linked-in

 

2007 yılında kocasını öldürerek 9 ay boyunca evlerinin banyosunun küvetinde saklayan Fatma Sungur’un Türkiye’nin kanını donduran cinayeti bir romana konu oldu.
İnci Aral, Turkuvaz Kitap`tan yayımlanan son kitabı Sadakat’te kadın ve erkeklerin yüzyıllardır üzerinde tartıştığı sadakat kavramını tartışmaya açıyor. Ve dünyanın değişen normlarına artık sadakatin de uyum sağlaması gerektiğini, artık eski değerlerde inat eden orta sınıf ahlakının değişmesi gerektiğini söylüyor.

Bundan üç yıl önce bütün Türkiye`yi şaşırtan o cinayet haberini anımsar mısınız bilmem? 2007`nin 25 Haziranı`nda Kırıkkale`nin Gündoğdu mahallesinde yaşayan Fatma Sungur (34) adlı bir kadın, kendisine şiddet uygulayan, aldatan bir yıllık kocası Özgür Sungur`u öldürmüş ve cesedini dokuz ay boyunca banyonun küvetinde saklamıştı. Ve Fatma Sungur poliste verdiği ifadede öyle bir cümle kurmuştu ki, o cümlenin bir roman doğuracağını bilseydi, kim bilir neler düşünürdü? "Onu öldükten sonra sevdim," demişti Fatma Sungur ve sözlerini şöyle sürdürmüştü: "Öldükten sonra yemekler yaptım ona, konuştum, banyoda yanında yattım, nefretim o artık yokken yeniden aşka dönüştü." Bu cümleleri hepimiz gibi bir kadın yazar da okudu ve yeni romanında bu cümleyi hep başucunda tuttu. O kadın yazar İnci Aral`dı ve yarın raflarda olacak yeni romanı Sadakat`te bir kadının aşka, evliliğe, ihanete, tutkuya ve şiddete nasıl kapıldığını, nasıl saplandığını ve nasıl çıkmaza sürüklendiğini anlatırken, bir yanı hep Fatma Sungur`un kurduğu o cümledeydi: "Ben onu öldükten sonra sevdim." İnci Aral`la romanının başkahramanı Azra ile onun âşık olduğu erkek Ferda özelinde ama aslında bütün kadın ve erkekleri de masaya yatırarak konuştuk. Ortaya hayli tartışmalı bir sohbet çıktı. Aral, anlatıyor: 

Sadakat Akılla Yaşanır 

"Romanı bir kadının üzerine kurdum. Zaten yola çıkışım bir üçüncü sayfa haberiyle oldu. Haber şuydu: Anadolu`da bir şehirde bir kadın öldürdüğü kocasının cesediyle dokuz ay geçiriyor, adamı banyo küvetinde saklıyor, ona yemekler yapıyor, onunla konuşuyor, ona anlatıyor ve yakalandığında bir söz söylüyor: `Ben onu öldükten sonra sevdim.` Çok müthiş bir söz bu, okur okumaz çarpıldım. Bu bize şunu gösteriyor, bir erkeği sevmek için çok somut, çok yanımızda ya da çok iyi olması gerekmiyor. Öyle erkekler var ki, onları ancak öldükten sonra sevebilirsiniz. Orada erkek, kadının sevme potansiyelinin, aşkının bir nesnesi ve artık canlı ya da ölü olması çok önemli değil. Romanda bir kasabada evle eczane arasında düz bir yolda, çocuğunu büyüterek geçecek bir hayat Azra`ya yavan görünüyor. Yani hem kendisi için manevi bir gelecek güvencesi arıyor, hayatını birlikte götürebileceği bir arkadaş, ayrıca da çocuğuna bir baba istiyor. Yani hayalindeki erkeği, salt bir erkek olarak görmemek lazım. O kasabada daha özgür, daha rahat olabilmesi için de arkasında durabilecek bir imge o. Hâlâ o tür kasabalarda ne kadar modernleşme başlamış olursa olsun, yalnız kadınlar dikkat çeker." 

"Benim sadakatten anladığım körü körüne bir bağlılık değil, sadakat kendiliğinden yaşanabilecek bir duygu. Sadakat; bir insanı sevdiğiniz için, değerli bulduğunuz için ve onun incitmemek için insani zaaflarınızı bir kenara iterek, gönüllü bir şekilde birlikte olmak. Ve takdir edersiniz ki, bu biraz bilinçle, akılla verilen bir karar. Herkes yapamaz, kimin yapılmaya değer olup olmadığı da ayrıca bir tartışma konusu. Azra, başlangıçta özgür bir kadın, kocasından boşandığında onu yoracak kadar özgür bir hayat yaşamış. Bu yorgunlukla artık bir yere bağlanmak, sevdiği bir insanla sonsuza kadar birlikte yaşama hayaline kapılıyor. Bütün duygusal birikimini, varını yoğunu Ferda adlı genç adama yatırıyor. Kadınlarda bu var, her şeyini bir erkeğe kolayca yatırabiliyor, eğer onunla bir gelecek tasarımı varsa, sakınmadan sunabiliyor. Bu nedenle de kadınların hayal kırıklığı çok fazla yıkıcı olabiliyor. Ve ortaya patolojik tablolar çıkabiliyor.
Ferda`nın Azra`dan önce kadınlarla ilgili deneyimi çok az, her ne kadar parlak görünüyorsa da görünen sadece bir imaj. Kadının geçtiği aşamalardan geçmeyen bir erkek o. Azra`da ise bütün o aşamalardan geçtikten sonra yakalayamadığı duyguyu biraz eskiye, geriye dönerek yakalama eğilimi var. Yani eski aşklar gibi bir aşk yaşamak istiyor, oysa Ferda günümüzü yaşıyor. Bir de Ferda`nın kendi özel hikâyesi var, birtakım sorgulamalara girişmiş, Nietzsche okumuş mesela... Her ne kadar yüzeysel bir okuma olsa da, düzenden kopma eğilimleri taşıyan biri. Evet ilişkileri bir kurguyla başlıyor, Ferda`nın kurgusuyla. Birçok kadın erkeğin kendi malıyla ilgilendiğini bile bile onunla olmaya razı oluyor, Azra da o kadınlardan biri. Bu duruma kendini kandırmak yerine belki kendi dünyası ve kendi bakışı doğrultusunda çizdiği tabloya, kendisini uydurmak demek daha doğru. Çok zengin kadınlar işe yaramaz adamları alıp, tıpkı bir erkeğin bir kadını sahiplenmesi gibi gayet rahat yaşatıyor, partner olarak yanlarında taşıyor. Ve aralarında zamanla belki aşk değil ama sevgi ilişkisi bile doğduğu oluyor. Burada Azra`nın durumu şu: Azra o kadar hazır ki birine bağlanmaya ve o kadar sabırsız ki. Çünkü kasabaya gidip yerleşmek, eczanesini açmak durumunda ve o toprağı satması gerekiyor bunun için. Her şey denk düşüyor. İkisi de bir aşk oyunu içine girmekte tereddüt etmiyorlar, bir de tabii Azra kendisine çok güveniyor. Yerleşik düzenine, güzelliğine, kadınlığına, deneyimlerine, hepsine..." Bugüne kadar bütün arayışları içerisinde bulamadığı bir erkek olarak görüyor Ferda`yı. Kadınlarda böyle bir vehmetme durumu vardır. Önce kafalarında bir resim çizerler, sonra da karşılarına çıkan kişiyi o resme kolayca uydururlar. Yanılma payını düşünmeden ve alelacele yaparlar bunu. Özellikle Azra gibi bir yere kök salmak isteyen, bir süreklilik içerisine girmek isteyen, kurumlaşmak isteyen kadınlar çabucak o resmi çerçeveleyip duvarlarına asarlar. Aşk da yeni dünya düzensizliği içerisinde her şey gibi kolayca tüketiliyor. Böyle hastalıklı bir tutkuya dönüşmüş olanlar da var tabii. Bakın üçüncü sayfalara cinayetlerin büyük kısmı aşk yüzünden. Hem de hiç ummadığınız toplumsal gruplar arasında yaşanabiliyor bunlar. Gecekondularda o onun karısıyla, öbürü onun kocasıyla ilişki kuruyor. Aşk biraz gizem isteyen bir şey ve bugün ona kimsenin zamanı yok. Telefon, internet sürekli bir iletişimi sağlıyor." 

Kadın Bir Aşk Nesnesi Arar

Azra gibi kadınlar farklı seviyorlar, biraz daha derin, biraz daha eskiye bağlı. Aşk da insanın kendisinin yarattığı bir illüzyon zaten. Kadınlar böyledir ama, kadınlar için aşk büyük bir dünyadır, erkeklerin hayatlarında ise daha küçük bir yer işgal eder aşk. Kadın sanki aşk için var olmuş bir canlıdır. Siz Ferda`ya âşık olunamayacağını düşünüyorsunuz ama, kitabı okuyanlardan bazıları da Ferda`ya âşık oldu. Ferda`nın çok çekici, çok şeytani bir adam olduğunu, hem de hiç kötücüllük atfetmeden bütün o itirazlarıyla, kayıtsızlığıyla çekici bir yanının olduğunu söyleyenler de oldu. Kadınlar kendileri için kurdukları bir aşk dünyasının içinde yaşıyorlar. Ve o aşkın nesnesi genellikle ulaşılması en zor olan birisi oluyor. Öyle zor bir şey olmasa belki de çok çabuk bitecek. Tabii zor bir aşk objesiyle uğraşmanın riski de var, o da zamanla oluşacak bir aşk-nefret ilişkisi." 

Nefrete Dönüşen Aşklar
Tutku başka bir şey, tutku ile aşkı birbirinden ayırıyorum. Tutkunun içinde hırs var, körü körüne sahip olma saplantısı var, inat var, olmadığını göre göre oldurmaya zorlamak var. Ama oradaki sevme değil artık, bunu gözden kaçırmamak lazım. Oradaki bir saplantı, bir öç alma isteği, nefrete dönüşmüş aşkın insanı götürdüğü yer diyebiliriz. Uğradığı ihanet ve haksızlık o kadar dayanılmaz ki, onu büyük bir yenilgiyle baş başa bırakmış. Oradan çıkabilmek için, kendi kendine Ferda`yı beklediği dönemde bir öç arzusu büyütüyor içinde. O ödeşmeyi nasıl yapacağını da tam olarak bilmiyor, bunu bir sabit fikir olarak kafasında tutuyor ama planlanmış bir eylemi yok, sonra her şey kendiliğinden gelişiyor, Ferda geri dönüyor. Ve tekrar toprak konusu gündeme geliyor. Azra her şeye rağmen uzlaşmaya hazır ancak kendisi için değil yine o bahçe için gelindiğini hissettiği anda her şey kopuyor artık. Yani birincisinde göze aldığı ve kabul ettiği toprak meselesini, ikincide artık dayanılmaz buluyor." 

Tutucu Orta Sınıf Ahlâkı
Dünyanın normları, değerleri değişirken sadakat konusunda hiçbir şeyin değişmemesi yanlış. Aslında değişiyor ama alttan alta gizli bir şekilde, yalanlarla, ikiyüzlülüklerle... Üst sınıfta böyle bir sorun hiç yok zaten, açık ve anlaşmalı evlilikler artık normalleşti. Sadece dışarıya karşı o resim korunuyor. Alt sınıf da kendi içgüdülerinin peşinden rahatça gidiyor. Asıl sağlam duruyormuş gibi görünen, her zaman en tutucu olan da orta sınıf ahlakı. Aslında sıkıntılarla, bunalımlarla, ikiyüzlülüklerle ve yalanlarla yaşanan bir ahlak bu. Mesela adam kaçıp gidiyor günün birinde ve tek açıklaması `Sıkıldım,` oluyor. Benim orta sınıfın sadakat anlayışına dair gözlemim şiddetle iç içe yaşanıyor oluşu. Ve bu çok ürkütücü." 

Evlilik Bir Güvence
Azra her şeye rağmen evliliğini bir şekilde onarmayı istiyor, o evlilik içerisinde kendisi de değişiyor. Ferda`nın dönüp gelişi de toprağa ve sadakata yeniden bağlanma arzusunu taşıyor. Ama son kertede o değişimi ikisi de arzu ettiği halde, mümkün olamayacağı görülüyor ve trajik bir son yaşanıyor. Sonunda ise ölenle öldürenin hiçbir ayrımı yok. Kimin kimi öldürdüğü, öldürüp öldürmediği hiç önemli değil. Çünkü bu tutku önce aşka, sonra toprağa, ondan sonra ve en sonunda ölüme bağlanıyor. Evlilik kadın için öncelikle sosyal bir güvence. Evlilik kurumu içinde yer almamış kadın onaylanmıyor, özellikle taşrada. Bir erkeğin ona kazandırdığı `evli kadın` statüsüne ihtiyaç duyuyor. Evliliğe yaşlandığı zaman yanında kalacak, birlikte gezilip dolaşılacak bir arkadaş gibi de bakılır ki, cidden öyledir. Evlilik belli bir yaştan sonra bir arkadaşlığa, adeta bir akrabalığa dönüşüyor. Bütün kadınların ve erkeklerin buna ihtiyacı var. Ben evliliğe karşı değilim, ama evliliğin ve sadakatin kavranma biçimine karşıyım. Bugün dünya değişiyor, insanlar değişiyor, sadakat anlayışının bu değişen dünya ve değişen insana göre dönüştürülmesi gerekiyor. Romanı yazmamın asıl nedenlerinden biri de bu..." 

Erkeğin Mahremine Saygı Duyulmalı

"Romanımın feministlerin tepkisini çekeceğini düşünmüyorum. Bugüne kadar hep kendi ayakları üzerinde duran, dirençli, inançlı, gerektiğinde kapıyı çarpıp çıkabilen kadınları yazdım. Fakat epeyce bir süredir karşıma Azra gibi kadınlar çıkıyor, üstelik kendi çevremde. Hem evliliği hem aşkı çok abartan hem de yüzde 100 sadakat beklentisi içinde kadınlar bunlar. Örneğin aylarca işi nedeniyle uzakta yaşayan bir erkek internet üzerinden ilişkiler yaşamış, ama sonra silmiş onları, evine dönmüş. Kadın silinen o şeyleri bulup ortaya çıkarıyor ve kavgalar başlıyor. Bu bana çok haksız bir şeymiş gibi geliyor. Bir insanın hayallerine, düşüncelerine, hayatına, arzularına, en özel dünyasına el koymak ve onu sadece kendisine mahkûm etmek çok büyük bir haksızlık. O adam karısını seviyor, böyle bir şey yapmış olabilir, ama yakalandığı zaman duyduğu utanç ve aşağılanma dayanılmaz, tepki gösteriyor, çünkü o utanç altından kalkılır bir şey değil. Evlilikte yaşama alanlarının olması lazım. Kimsenin, en yakındaki insanın bile sokulmayacağı alanlar. Eğer bu yoksa o zaman tümden teslim olmuş hissediyorsunuz kendinizi. Evlilikler sağlıklı olarak sürdürülmek isteniyorsa, o yaşama alanlarına saygı gösterilmeli."



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —