Ahmet yeşil


AYAKKABI KREM!..

AYAKKABI KREM!..


Sanırım 93
Yada
94 yılının Ramazan ayıydı Fetocuların iftar yemeğine davetim.
Bu gün benden daha zonturlu ve daha derin küfreden, şehrimizin iyi yetişmiş ve hatırı sayılır zengin
bir abisi davet etmişti, bin bir ajitasyon ve laf kalabalığıyla beni o iftar yemeğine.
Kırmadım,
İcabet ettim davete…
Salonun en arka masasın da,
Avamın hemen yanı başında ayırmışlar yerimi.
Ezan okundu,
Protokolden başladı servis…
Beş dakika,
On dakika,
Yirmi dakika derken az sonra davet sahibinin sağında oturan hocanın anonsu duyuldu mikrofondan…
Amin!..
Ve sonrası sofra duası tabi.
Duadan sonra bizim çorbalarımız geldi gelmesine
Ancak
Benim itiraz ve söylemlerimden etkilenmeseler de, yapılan duaya Amin” demediğim için olacak
kuvvetle muhtemel,
Bir daha beni hiçbir şart ve koşulda aralarına almadılar…
2011 yılı Ramazanının ikinci haftasında Ankaradan bir arkadaşım aradı.
Abi, İstanbul Çırağan Sarayında “Adnan hocanın” iftar yemeği var, bir yerlerden iki kişilik davetiye
geçti elime, bana eşlik eder misin!?”
Etmem mi!..
Onca senelik Türk vatandaşıyım,
Her ay İstanbula gider gelirim iş gereği
Ve

Hiç görmemişim Çırağan Sarayını…
Ve
Birde merak ediyorum tabi her akşam televizyonda oynarken seyrettiğim kedicikleri.
Ezan akşam sekiz gibi falan okunuyor!..
İkindi de girdik Çırağan Sarayına,
Erkek kediler,
Dişi kediler,
Getir-götürcüler kim varsa, birazda gazetecilik refleksiyle daldık muhabbete…
İstanbul eski belediye başkanı Ali Müfit Gürtuna, Ermeni papazlar, İsrail den Hahamlar, İngiliz
elçiliğinden birileri, Arap hocalar, bizden imamlar, eski-yeni politikacılar, Kediler-mediler, ben gibi
avamdan olanlar dahil bini aşkın insan bekliyoruz!..
Kimi?
İftar sofrasının sahibi Adnan hocayı!..
Saat 20.01 ezan okundu benim saate göre,
Ama
Hoca yok.
21 oldu hoca yok
21. 30 oldu hoca yok ve biz aç-bitap bekliyoruz!..
Ve nihayet saat 22.05 ve bir curcuna koptu kapıda.
Halavalayla,
İttir-kaktır yol açmayla lacivert üzerine beyaz çizgili takım elbise giymiş “hoca efendi” krem
ayakkabılarının üzerinde girdi içeri.
Ee ayakkabı Krem,
Kıvrak kıvrak yürünmüyor ki soykanın üzerin de,
Ve nihayet;
15-20 dakika sonra vardı kendine ayrılan masaya zat-ı şahane!..
Ve
İşareti ile servis başladı.
Yine kapının yanındaki masa ve ben o cemaatin en avamlarının arasındayım.

Sordum, yanımda oturan kedi bozması eski kaşar bir hanımefendiye;
İstanbul da ezan kaçta okunuyor?
-sekiz de!..
Ee saat 22.30 ve buraya birikmiş bini aşkın insanı bu saate kadar bekletiyor hoca efendi, yakışıyor mu
Allah aşkına ona, hem bu nasıl bir iftar ki, birleşmiş milletler daveti gibi anlamadım gitti valla!..
-burada bulunan hiç kimse oruç değil ki, niye aç olsunlar!..
!!
Hasssiittiir!..
Dediğimi hatırlıyorum!..
Sanırım ses biraz yüksekten çıktı,
Az sonra iki delikanlı gelip beni dışarı davet etti.
Yani,
Henüz önüme yeni gelmiş çorbayı yine içememiştim
Ve saat 23’ü geçiyordu.
O gün bu gün oldu ilimizin en büyük yöneticileri,
Politikacıları,
Yeni vekiller,
Onların eskileri,
İş adamları-belediye başkanları, bürokratlar,
Tarikatçılar,
Cemaatçiler kim varsa ensesi yerinde, “körler-topallar, bir birini ağırlar” misali, her ramazanda iftar
verirler “açın halinden anlasın toklar” diye.
Ve
Ben hiç birine davet edilmem!..
Hoş,
Edenin çorbası da nasip olmadı içmeye
Ama
Yine de insan merak ediyor, acın halini anlatacak kadar menü de nelerin olduğunu!..

Ve
Aynı toksiklere ne ikram edilir de bu elemanlar “aç’ın” halinden anlar, anlasalar da karınları doyunca
bu güne kadar değişmemiş neyi değiştirirler?
Anlayan bana da anlatsın, dinlerim yeminle!..