Prof.Muhammet Özekes


“Salgında içeri kapatıldık/kapandık, ama gözlerimiz de mi kapandı?”

“Salgında içeri kapatıldık/kapandık, ama gözlerimiz de mi kapandı?”


 

MEHMET AKİF’TEN AZİZ NESİN’E BİR EŞEK HİKÂYESİ
VE ÖZELLİKLE HUKUKTA HAL-İ PÜR MELÂLİMİZ

“Salgında içeri kapatıldık/kapandık, ama gözlerimiz de mi kapandı?”

Geldiğimiz noktada birçok şey için söylenebilir, anlatılabilir ama, mülkün temeli adalet olunca, benim daha çok hukuktaki (ve özellikle de kısmen son günlerde avukatlıktaki gelişmeler üzerine) halimizi hatırlatan bir eşek hikâyesi aklıma geldi. Bu hikâyeye insanlığın, ama özellikle Ülkemizin uzun on yıllardır, yüzyıllardır değişmeyen hikâyesi de diyebiliriz, bilhassa kriz anlarında. Biri şiir diğeri düz yazı, biri daha eski diğeri nisbeten yeni durumu iki farklı açıdan anlatan bu eşek hikâyesi, hal-i pür melâlimizdir. Hal-i pür melâl ifadesini de bilinçli olarak seçtim. Zira, söylendiğine göre, özellikle Osmanlı’nın son zamanlarında yazar çizerler, kalem erbabı bu ifadeyi çok kullanırmış: Üzüntü verici, ama aynı zamanda utanılacak bir durumu ifade etmek için kullanılır daha çok.

Önce Mehmet Akif’in şiiri… Yanlış bilmiyorsam tarihimizin en kötü dönemlerinden biri olan Balkan Harbi sonrası ortaya çıkan bölünmüşlük, vurdumduymazlık, lakaytlık, boşvermişlik, felâket büyükken kendi küçük menfaatlerinin ve sahiplendiklerinin peşinde koşma, bu şekilde ortaya çıkan arsızlık ve utanmazlıktan utanan Akif, bu şiiri kaleme almış. Şiirin başı “Müslümanlık nerede bizden geçmiş insanlık bile” diye başlar:

“Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı! ...
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin uslûba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!”

Bu da Aziz Nesin’in “Ah Biz Eşekler” eserinden. Hikâye daha uzun, ben anlamını bozmamaya çalışarak ve kısaltarak belirli bir bölümünü veriyorum. İnsan olan tamamını zaten anlar, hikâyenin içinde geçen kahramanların ise zaten anlamaya niyeti de, mecali de yoktur.

“Eski kuşaktan eşek, burnunu yukarı dikip, havayı derin derin koklamış. Hava, keskin keskin kurt kokuyormuş. Yaşlı eşek,
- Yok canım, kurt değildir... diye avunup otlamağa başlamış. Kurdun kokusu gittikçe artıyormuş, belli ki kurt yaklaşıyor. Kurt yaklaşıyor demek, ölüm geliyor demek...
Eski kuşaktan eşek,
- Kurt değildir, kurt değildir... diye kendini avutmuş. Ama kurdun kokusu da gittikçe ağırlaşıyor. Yaşlı eşek, hem korkuyor, hem de oralı değilmiş gibi görünerek, kendi kendine,
- İnşallah kurt değildir. Kurt buraya nereden gelecek, nereden beni bulacak?.. diyormuş. Böylece kendi kendini avutmaktayken kulağına sesler gelmeye başlamış. Ama güzel ses değil, kurt sesi... Yaşlı eşek kulaklarını dikip sesi dinlemiş; evet kurt sesi... Gönlü bitürlü kurdun gelmesine razı olmadığından,
- Yok canım, bu ses kurt sesi değil, bana öyle geliyor... der, otlamaya devam edermiş. Ama ses de gittikçe yaklaşıyor... Bir yandan da yüreğini korku sardığından gözü çevresindeymiş. Bir de bakmış; karşı dağın tepesinde, sisler, dumanlar içinde bir kurt.
- Ah, demiş, bu benim gördüğüm, kurt değil, başka bir şey... Başını otlara sokmuş.
Kurt yaklaşmış. Aralarında eşek adımı ile üç-dört yüz adım kalmış. Eski kuşaktan eşek,
- Aman Tanrım, yoksa bu gelen gerçekten kurt mu? Hayır, olamaz. Olmamalıdır, Ah... Yok, yok, kurt değil... diye inlemeye başlamış. Kurt sırıtarak yaklaşmış, yaklaşmış. Aralarında ancak birkaç adım kalınca, yaşlı, eşek,
- Biliyorum, bu gelen kurt değil, evet kurt değil, ama ben şuradan azıcık uzaklaşsam kötü olmaz.
demiş. Başlamış yürümeye. Başını çevirip arkasına bakmış, kurdun gözleri ışıl ışıl yanıyor. Eşek dört nala kaçar, hem de,
- Vallahi de kurt değil, billahi de kurt değil. Allah belamı versin ki kurt değil.
diye söylenirmiş. Kurdun ıslak burnu, eşeğin apış arasına değince, yaşlı, eşek de sıfırı tüketmiş. Bir de başını çevirip bakmış; kurt, üstüne atıldı atılacak. Artık adım atacak gücü kalmayan kart eşek, kurdun sert bakışları altında kıpırdayamaz olmuş; oracıkta kalmış. Kurdu görmemek için gözlerini yumup,
-Kurt değil canım, boş ver... İnşallah değildir. Sanki ne diye kurt olsun diye kekelemiş.
Kurt, sağ kabasına bir pençe atınca, oracığa yıkılan eşek,
- Biliyorum, biliyorum, sen kurt değilsin. Arkamla oynama, gıdıklanıyorum. El şakasını da hiç sevmem.. demiş.
Azgın, aç kurt keskin dişleri ile eşeğin sağrısını ısırmış, budundan büyük bir parça koparmış. Can acısıyla yere yıkılan eşeğin birden dili tutulmuş. Bildiği eşekçeyi, korkudan unutmuş. Kurt, boynuna, gerdanına saldırmış. Eşeğin her yanından kanlar fışkırmaya başlamış. İşte ancak o zaman eşek,
- Aaa kurtmuş... Aaa o imiş... Aaa, o imiş!... diye bağırmaya başlamış. Kurt onu parçalar, o da dili tutulduğundan, yalnız:
- Aaa, o imiş ... Aaa, oo-ii. Aaa-iii. .. Aaa·iii! diye bağırır, inlermiş.
Kurdun dişleriyle parçalanan eski kuşaktan eşeğin dağı, taşı inleten
son sözlerini bütün eşekler duymuşlar:
-Aaaa-iii, aaa-iii ...”

Sonuç olarak bu hikâyeden bize ne dersek, bu gidişten ders çıkarmaz, kendi bulunduğumuz yere göre üzerimize düşeni yapmazsak, hâlâ herkes kendi grubunu, klanını, menfaatini, mecburiyetini, mensubiyetini, aidiyetini koruma derdine düşer, asıl sorunu çözmek birlikte asgarî müşterekte birleşmek yerine, sadece fırsat bu fırsat deyip karşı tarafı taşlama ve kendi kalesini korumaya kalkarsa, akıbet bellidir. Akif’in dediği gibi:

“Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!”

Ne diyeyim artık, Fuzulî’nin “Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil” aczi ve üzüntüsü noktasındayım.

“Derdime vâkıf değil canan beni handan bilir
Hakkı vardır şad olanlar herkesi şadan bilir
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah’ım bilir.”

İçeri kapatıldık, kapandık, gözlerimizi ve beynimizi de mi kapattık?... Dışarda bir şeyler yapılıyor olabilir mi?..